Diabetik retinopati (DR) şeker hastalığının ciddi bir mikrodamar komplikasyonu olup tedavi edilmezse görme kaybı ve körlüğe yol açabilir. Kronik yüksek kan şekeri seviyeleri retina damarlarına zarar vererek damar geçirgenliğinde artış mikroanevrizmalar ve kanamalar oluşturur. İlerlemiş durumlarda retinal iskemi ve anormal damar oluşumları (neovaskülarizasyon) görülür; bu durum proliferatif DR’nin belirgin özelliğidir. Tedavinin temel hedefi glisemik kontrolün sağlanmasıyla hastalığın ilerlemesini durdurmaktır. Bunun yanı sıra intravitreal anti-VEGF enjeksiyonları lazer fotokoagülasyon ve gerekli durumlarda cerrahi tedavi ile görme kaybının önlenmesi amaçlanır. Erken tanı ve tedavi hastaların yaşam kalitesini korumada kritik öneme sahiptir.
Prof. Dr. Tansu Erakgün
Retina Hastalıkları ve Vitreoretinal Cerrahi Uzmanı
20 Mart 1968’de İzmir’de doğan Prof. Dr. Tansu Erakgün, orta öğrenimini Saint Joseph Koleji’nde ve Lise öğrenimini Karşıyaka Gazi Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1986 yılında girdiği Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1992 yılında mezun oldu. Aynı yıl Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda asistanlık eğitimine başladı. 1997 yılında uzman...
Hakkımda Videolar YayınlarDiabetik Retinopati Nedir?
DR şeker hastalığının ciddi bir komplikasyonu olarak tıbbi literatürde yerini almış zamanla tanı ve tedavi yöntemlerinde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. 19. yüzyıl diyabetin göz sağlığı üzerindeki etkilerinin anlaşılmaya başlandığı bir dönem olmuştur. 1856 yılında Eduard Jaeger diyabetli hastalarda retina değişikliklerini belgeleyerek bu alanda öncü bir adım atmıştır. Benzer şekilde Henry Eales 1875’te genç diyabetli hastalarda retina kanamalarıyla seyreden bir durumu tanımlayarak bu tabloyu “Eales hastalığı” olarak adlandırmıştır.
Bu dönemde oftalmoskopun 1851’de Hermann von Helmholtz tarafından icadı retinanın incelenmesini mümkün kılarak DR’nin karakteristik belirtileri olan mikroanevrizmalar kanamalar ve eksudatların tanımlanmasını sağlamıştır. Ancak 20. yüzyılın başlarına kadar DR’nin etkili bir tedavisi bulunmamaktaydı. Diyabet tedavisi o yıllarda büyük ölçüde diyetle sınırlıyken insülinin 1920’lerde tanıtılmasıyla hastalığın yönetimi değişmiştir. Bununla birlikte DR’nin ilerlemesi sıklıkla görme kaybına yol açıyordu.
20. yüzyılın ortalarından itibaren DR üzerine yapılan çalışmalar hız kazanmıştır. 1968’de düzenlenen Airlie House Sempozyumu DR için standart bir sınıflandırma sistemi oluşturmuş ve bu sistem gelecekteki araştırmalar için bir temel oluşturmuştur. 1970’lerde Diyabetik Retinopati Çalışması (DRS) panretinal fotokoagülasyonun proliferatif DR’deki etkinliğini kanıtlamış ve bu yöntemi standart tedavi haline getirmiştir. Ardından Erken Tedavi Diyabetik Retinopati Çalışması (ETDRS) maküler ödem için lazer tedavisinin önemini vurgulamış ve DR’nin daha hassas bir şekilde sınıflandırılmasını sağlamıştır.
1990’larda VEGF’nin DR’deki rolü keşfedilmiş bu da anti-VEGF tedavilerinin geliştirilmesine yol açmıştır. 2000’lerde sıkı glisemik kontrolün önemi kanıtlanmış görüntüleme teknolojilerindeki gelişmeler optik koherens tomografi (OCT) gibi yöntemlerle DR’nin erken tanısını ve yönetimini kolaylaştırmıştır. Bu gelişmeler DR yönetiminde modern dönemin kapılarını aralamıştır.
Diabetik Retinopatinin Nedenleri Nelerdir?
DR diyabetin uzun dönem komplikasyonlarından biri olup görme kaybına yol açabilen karmaşık mekanizmalar sonucu gelişir. Bu mekanizmaların temelinde hiperglisemi ve bunun tetiklediği metabolik bozukluklar oksidatif stres iltihaplanma ve vasküler anormallikler yer alır.
Kronik hiperglisemi bir dizi zararlı metabolik yolun aktivasyonu ile retinada hasar oluşturur. Poliol yolu aktivasyonu glukozun sorbitole dönüşmesine neden olur. Sorbitol birikimi retinal hücrelerde osmotik stres ve oksidatif hasar oluşturur. Aynı zamanda ileri glikasyon ürünleri (AGE’ler) oluşur. AGE’ler protein ve lipitlerle reaksiyona girerek hücresel fonksiyonları bozar iltihaplanmayı artırır ve damar geçirgenliğini etkiler. Protein kinaz C (PKC) aktivasyonu ise vasküler geçirgenlik artışı ve anormal kan akışına yol açar. Heksozamin yolu glukozun bu yolda işlenmesiyle gen ekspresyonunda değişikliklere ve anormal protein modifikasyonlarına sebep olur.
Oksidatif stres ve iltihaplanma kan-retina bariyerinin bozulmasına ve lökosit yapışmasının artmasına neden olur. Retinal hücrelere verilen bu zarar mikrovasküler yapıyı etkileyerek mikroanevrizma kanama ve kapiller tıkanıklık gibi vasküler anormalliklere yol açar. Bu süreçler retinal iskemiye neden olarak damar endoteli büyüme faktörünün (VEGF) salgılanmasını uyarır. VEGF yeni ve anormal damar oluşumunu (neovaskülarizasyon) teşvik eder; bu proliferatif DR’nin temel özelliğidir.
Son olarak hiperglisemiye bağlı retinal nörodejenerasyon retinal nöronların ve glial hücrelerin apoptozuna yol açarak görme işlevini bozar.
Diabetik Retinopati Ne Kadar Yaygındır?
DR dünya çapında diyabetli bireylerin yaklaşık %22,27’sini etkileyen önemli bir komplikasyondur. Bu bireylerin %6,17’si proliferatif DR ve diyabetik maküler ödem gibi görmeyi tehdit eden formlardan muzdariptir. Bu durum dünya genelinde yaklaşık 93 milyon DR vakası 17 milyon proliferatif DR vakası ve 21 milyon diyabetik maküler ödem vakası olduğu anlamına gelir. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise 2021 itibarıyla yaklaşık 9,6 milyon kişide DR bulunmakta ve bunların 1,84 milyonu görmeyi tehdit eden DR formundan etkilenmektedir.
DR prevalansı bireyin yaşına diyabet süresine ve genel sağlık durumuna bağlı olarak değişiklik gösterir. ABD’de 25 yaş altındaki diyabetlilerde DR oranı %13 iken 65-79 yaş grubunda bu oran %28,4’e ulaşmaktadır. Etnik köken de önemli bir faktördür; siyahlar ve Hispanikler DR’ye beyazlara göre daha yüksek oranda yakalanmaktadır. Özellikle siyah bireyler genetik ve sosyoekonomik faktörlerin birleşimi nedeniyle hem DR (%3,26) hem de görmeyi tehdit eden DR (%1,11) açısından en yüksek risk grubu içinde yer almaktadır.
Hindistan gibi büyük diyabetik popülasyona sahip ülkelerde de DR prevalansı dikkat çekicidir. Hindistan’da 50 yaş altındaki bireylerde DR oranı %16,9 iken yaş arttıkça bu oran %18,6’ya kadar çıkmaktadır. Tip 1 diyabet hastalarında diyabetin 30. yılında DR görülme oranı neredeyse %100’dür. Tip 2 diyabetlilerde ise bu oran aynı sürede %63 civarındadır.
DR gelişimi uzun süreli diyabet kötü glisemik kontrol hipertansiyon ve yüksek kolesterol gibi risk faktörleriyle ilişkilidir. Gelişmiş ülkelerde etkili tarama ve tedavi yöntemleriyle DR oranları düşerken gelişmekte olan ülkelerde yeterli sağlık hizmetlerine erişim eksikliği nedeniyle görme kaybı oranları yüksektir. Bu DR’nin küresel olarak artan bir halk sağlığı sorunu olduğunu göstermektedir.
Diabetik Retinopatinin Oluşum Süreci Nasıldır?
DR diyabetin uzun süreli hiperglisemisine bağlı olarak gelişen karmaşık bir retina hastalığıdır ve patogenezi birbirine bağlı çok sayıda biyokimyasal ve hücresel süreçten oluşur.
- Hiperglisemiye Bağlı Metabolik Yollar:
Uzamış hiperglisemi retinadaki hücresel metabolizmayı etkileyerek çeşitli zarar verici mekanizmaları tetikler. Poliol yolunun aktivasyonu yüksek glikozun sorbitole dönüşmesine yol açar; bu da hücrelerde osmotik stres oluşturarak zarar verir. İleri glikasyon ürünlerinin (AGE’ler) oluşumu hücrelerde oksidatif stres ve inflamasyonu tetikleyen bir başka önemli mekanizmadır. Ayrıca hiperglisemi diasilgliserol (DAG) artışıyla protein kinaz C (PKC) aktivasyonunu uyarır ve bu durum retinal kan akışında bozulma damar geçirgenliğinde artış ve inflamatuar sitokin salınımı ile sonuçlanır.
- Oksidatif Stres:
Hiperglisemi mitokondriyal reaktif oksijen türlerinin (ROS) aşırı üretimini artırarak oksidatif strese yol açar. Bu durum retina hücrelerinde doğrudan hasara neden olurken kan-retina bariyerinin bütünlüğünü bozarak vasküler sızıntı ve ödem oluşumuna katkıda bulunur.
- İltihaplanma Süreçleri:
Yüksek glikoz seviyeleri interlökin-1β (IL-1β) ve TNF-α gibi pro-inflamatuar sitokinlerin üretimini artırır. Bu inflamatuar süreçler mikrogliayı aktive eder ve lökositlerin retinaya göç etmesine neden olarak kronik inflamasyon ve retinal doku hasarını tetikler.
- Vasküler Fonksiyon Bozukluğu:
Perisitlerin kaybı retinal kapillerlerin kararsız hale gelmesine mikroanevrizmaların oluşumuna ve vasküler geçirgenliğin artmasına neden olur. Ayrıca kapiller bazal membranında kalınlaşma oksijen ve besin alışverişini bozarak retinal iskemiye katkıda bulunur.
- Retinal İskemi ve Neovaskülarizasyon:
Kapiller tıkanıklık nedeniyle hipoksi oluşur ve VEGF düzeylerini artırır. VEGF yeni ancak kırılgan damarların gelişimini uyararak kanama ve traktsiyel retina dekolmanına yol açar.
- Nörodejenerasyon:
Retinal gangliyon hücrelerinin apoptozu ve glial hücrelerin aktivasyonu DR’de nörodejenerasyon süreçlerini başlatır ve görme bozukluğunu ağırlaştırır.
Diabetik Retinopatinin Belirtileri Nelerdir?
DR diyabet hastalarında görme kaybının başlıca nedenlerinden biridir. Belirtiler hastalığın ilerleme seviyesine ve retinadaki hasarın derecesine bağlı olarak değişkenlik gösterir. DR’nin erken aşamalarında hastalar genellikle belirgin bir semptom yaşamazlar. Bu nedenle diyabetli bireylerde düzenli göz muayeneleri son derece önemlidir.
- Non-Proliferatif Diyabetik Retinopati (NPDR):
Hastalığın bu erken döneminde çoğu hasta semptomsuzdur. Ancak retina üzerinde mikroanevrizmalar kanamalar ve sert ekzudatlar gibi değişiklikler meydana gelir. Bazı durumlarda hafif bulanık görme fark edilebilir. Pamuklu yün lekeleri ve intraretinal mikrovasküler anormallikler (IRMA) gibi bulgular hastalığın ilerlediğini ve retinada iskemi geliştiğini gösterebilir.
- Proliferatif Diyabetik Retinopati (PDR):
PDR hastalığın daha ileri bir aşamasıdır ve ciddi belirtilerle kendini gösterebilir. Retina üzerindeki neovaskülarizasyon sonucu gelişen yeni damarlar kolayca kanayabilir. Vitreus içine kanama durumunda görme alanında siyah noktalar veya ani görme kaybı yaşanabilir. Ayrıca çekmeli retina dekolmanı gibi komplikasyonlar görme alanında kayıplara yol açabilir. Bu aşamada yeni damarların iris üzerinde büyümesi neovasküler glokom riskini artırarak göz içi basıncı yükseltebilir.
- Diyabetik Maküler Ödem (DME):
DME DR’nin her aşamasında görülebilir ve merkezi görmeyi etkileyen en yaygın nedenlerden biridir. Hastalar genellikle bulanık veya dalgalı görmeden şikayet eder. Okuma yüz tanıma gibi detaylı görme gerektiren aktivitelerde zorluk yaşanabilir. Renklerde solma veya bozulma gibi semptomlar da dikkat çekicidir.
Diabetik Retinopati Nasıl Teşhis Edilir?
DR erken evrelerde genellikle belirti vermez ancak ilerleyen dönemlerde ciddi görme kaybına neden olabilir. Bu nedenle erken tanı ve düzenli göz muayeneleri hastalığın yönetiminde kritik öneme sahiptir. DR tanısında kullanılan yöntemler şöyledir:
Kapsamlı Göz Muayenesi:
- DR tanısında ilk adım ayrıntılı bir göz muayenesidir. Bu süreçte görme keskinliği (VA) ölçülür göz içi basıncı (IOP) değerlendirilir ve slit lamba biyomikroskopisi yapılır. Retina mikroanevrizmalar kanamalar ve intraretinal mikrodamar anormallikleri (IRMA) gibi DR belirtilerini saptamak için ayrıntılı bir şekilde incelenir. Gerekirse pupiller değerlendirme ve gonioskopi gibi ileri tetkikler uygulanabilir.
Görüntüleme Teknikleri:
- Modern görüntüleme yöntemleri DR’nin tanı ve takibinde önemli bir rol oynar:
- Renkli Fundus Fotoğrafçılığı: Retina görüntülerini ayrıntılı bir şekilde sağlar hastalığın ilerlemesini takip eder.
- Fundus Otomatik Floresans: Retina pigment epitelindeki değişiklikleri vurgular.
- Fluoressein Anjiyografi (FA): Retina kan akışını görselleştirir sızıntı ve neovaskülarizasyon alanlarını belirler.
- Optik Koherens Tomografi (OCT): Retina katmanlarını kesitsel olarak görüntüler maküler ödemi tespit eder.
- OCT Anjiyografi (OCTA): Damar enjeksiyonu yapılmadan retina ve koroidal vaskülatürü inceler invazif olmayan bir tanı seçeneğidir.
Yapay Zeka Destekli Tanı:
- Yapay zeka teknolojileri DR tarama süreçlerini daha hızlı ve doğru hale getirmiştir:
- Derin Öğrenme Algoritmaları: Büyük veri setleriyle eğitilmiş yapay zeka modelleri DR evrelerini hızlı ve doğru şekilde sınıflandırabilir.
- Otomatik Tarama Sistemleri: FDA onaylı IDx-DR ve EyeArt gibi sistemler taramaların erişilebilirliğini artırır.
Tarama Önerileri:
- Erken tanı için düzenli göz muayeneleri şarttır. Tip 1 diyabetli bireylerde teşhisten 5 yıl sonra tip 2 diyabetli bireylerde teşhisle birlikte taramaya başlanmalıdır. Hamilelikte ise daha sık aralıklarla takip önerilir.
Diabetik Retinopati Nasıl Tedavi Edilir?
DR şeker hastalarının göz sağlığını ciddi şekilde tehdit eden bir hastalıktır. Tedavi yöntemleri hastalığın tipi ve ilerleme düzeyine göre değişir ve temel hedef görme kaybını önlemek ve hastalığın ilerlemesini durdurmaktır. Tedavide kullanılan yöntemler lazer tedavileri intravitreal enjeksiyonlar ve cerrahi yaklaşımları içerir.
- Panretinal Lazer Fotokoagülasyonu (PRP):
PRP genellikle proliferatif diabetik retinopati (PDR) tedavisinde tercih edilir. Bu tedavi retina periferisinde lazer yanıkları uygulanarak retina oksijen ihtiyacını azaltır ve anormal damar oluşumlarını (neovaskülarizasyon) geriletir. PRP görme kaybı riskini önemli ölçüde azaltmakla birlikte periferik görme kaybı ve gece görüşü problemleri gibi yan etkiler görülebilir. Lazer teknolojisindeki gelişmeler sayesinde bu riskler minimuma indirilmeye çalışılmaktadır.
- Fokal Lazer Terapisi:
Fokal lazer tedavisi diyabetik maküler ödem (DME) tedavisinde etkili bir yöntemdir. Bu tedavi sızıntı yapan mikroanevrizmaları ve sıvı birikimi olan bölgeleri hedef alarak sıvı sızıntısını azaltmayı ve merkezi görme keskinliğini korumayı amaçlar. Hassas bir uygulama gerektiren bu yöntemde foveaya zarar verme riski dikkatle yönetilmelidir. Anti-VEGF enjeksiyonlarının eklenmesiyle tedavi sonuçları daha da iyileşmiştir.
- Kombinasyon Tedavileri ve Yeni Yöntemler:
Son yıllarda PRP’nin intravitreal anti-VEGF tedavileriyle kombinasyonu üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Bu kombinasyon görme alanı kaybını azaltarak daha iyi hasta sonuçları sağlamıştır. Ayrıca mikropuls lazerler ve düşük eşiğe sahip lazer sistemleri gibi yenilikçi teknolojiler tedavi sırasında retina dokusuna verilen zararı azaltmayı ve hasta konforunu artırmayı hedefler.
Diabetik Retinopatinin Komplikasyonları Nelerdir?
DR zamanında tedavi edilmediğinde ciddi görme kaybı ve körlük gibi geri dönüşü olmayan komplikasyonlara yol açabilir. Bu komplikasyonlar hastalığın ilerleme aşamasına ve altta yatan risk faktörlerine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Aşağıda DR’nin başlıca komplikasyonları açıklanmıştır:
- Proliferatif Diyabetik Retinopati (PDR):
DR’nin ileri evresini temsil eden PDR retinada yeni anormal ve kırılgan kan damarlarının oluşumuyla karakterizedir. Bu yeni damarlar vitreus içine kanama yaparak görme kaybına neden olabilir. Ayrıca bu damarların çevresinde skar dokusu oluşabilir ve bu durum traksiyonel retinal dekolmana yani retinanın alt tabakadan ayrılmasına yol açabilir. Bu ciddi bir komplikasyondur ve erken cerrahi müdahale gerektirir.
- Diyabetik Maküler Ödem (DME):
Makula keskin ve merkezi görme için kritik bir bölgedir. DME makula çevresinde sıvı birikmesiyle ortaya çıkar ve görmede bulanıklık detayları seçememe gibi belirtilere yol açar. Tedavi edilmezse DME kalıcı merkezi görme kaybına neden olabilir. Anti-VEGF enjeksiyonları ve lazer tedavisi DME’nin kontrol altına alınmasında etkili yöntemlerdir.
- Retinal Dekolman:
PDR’de görülen neovaskülarizasyona bağlı skar dokusunun büzülmesi retinanın mekanik olarak çekilmesine ve alt tabakadan ayrılmasına neden olabilir. Bu durum ani ve ciddi görme kaybına yol açabilir. Retinal dekolman genellikle cerrahi müdahale gerektirir ve tedavi edilmezse kalıcı körlükle sonuçlanabilir.
- Neovasküler Glokom:
PDR’de oluşan yeni damarlar gözün sıvı drenaj kanallarını tıkayarak göz içi basıncının artmasına neden olabilir. Bu durum optik sinir hasarına ve geri dönüşü olmayan körlüğe yol açabilir. Neovasküler glokom genellikle ileri cerrahi müdahalelerle tedavi edilebilir.
Diabetik Retinopati Tedavisi Ne Zaman Yapılabilir?
DR görme kaybının önlenmesi ve hastalığın ilerlemesinin durdurulması amacıyla erken tanı ve zamanında tedavi gerektiren bir durumdur. Tedavi planı retinopati evresine ve mevcut komplikasyonlara göre belirlenir. Özellikle proliferatif diabetik retinopati (PDR) ve diabetik maküler ödem (DMO) gibi durumlar tedavi gereksinimini acil hale getirir.
- Panretinal Lazer Fotokoagülasyonu (PRP):
PRP genellikle PDR tedavisinde tercih edilen bir yöntemdir. Bu aşamada retina ve optik disk üzerinde anormal damar oluşumu (neovaskülarizasyon) gözlemlenir. PRP bu damarların yol açabileceği vitreus kanaması ve retina dekolmanını önlemek için uygulanır. Özellikle optik disk üzerinde bir disk alanının üçte birinden fazla yer kaplayan neovaskülarizasyon varlığı veya vitreus kanaması gibi yüksek riskli durumlarda PRP hızlı bir şekilde uygulanmalıdır. Ayrıca şiddetli non-proliferatif diabetik retinopatide (NPDR) ilerleme riski taşıyan veya takibin zor olduğu hastalarda PRP uygulanması önerilir.
- Fokal Lazer Tedavisi:
Fokal lazer tedavisi özellikle diabetik maküler ödem (DMO) varlığında tercih edilir. Maküla bölgesindeki sıvı birikimi görme kaybının başlıca nedenlerinden biridir. Fluoresan anjiyografi ile tespit edilen sızıntı odaklarına uygulanan lazer tedavisi retina ödemini azaltarak görmeyi stabilize etmeyi amaçlar. Klinik olarak anlamlı maküler ödem (CSME) durumunda özellikle maküla merkezine yakın kalınlaşmalar varsa tedavi aciliyet kazanır.
Her iki tedavi yöntemi de hastalığın ilerlemesini yavaşlatmada oldukça etkili olmasına rağmen tedavinin zamanlaması son derece kritiktir. Tedavi kararları hastalığın evresi görme durumu hasta takibi ve diğer eşlik eden hastalıklar göz önünde bulundurularak kişiselleştirilmelidir.
Diabetik Retinopati Tedavisi Ne Zaman Yapılamaz?
Diyabetik retinopati tedavisi hastalığın ilerlemesini durdurmayı ve görme kaybını önlemeyi amaçlar. Ancak uygulanan yöntemlerin bazı durumlarda kontrendike olması tedavi sürecinin dikkatlice planlanmasını gerektirir. Bu durumlar hasta güvenliğini sağlamak ve tedavi etkinliğini artırmak adına göz önünde bulundurulmalıdır.
- Panretinal Lazer Fotokoagülasyonu (PRP) proliferatif diyabetik retinopatide yaygın olarak kullanılır. Ancak önemli maküler ödem varlığında PRP ödemi kötüleştirebileceği için tercih edilmemelidir. Ödemin önce yönetilmesi gereklidir. Yoğun katarakt veya vitreus kanaması gibi medya opasiteleri lazerin retinaya ulaşmasını engelleyebilir ve PRP’nin etkisini azaltır. Ayrıca işlem sırasında sabit kalamayan şiddetli fotofobisi olan veya işbirliği sağlamakta zorlanan hastalar için PRP uygun değildir. Geniş fibro-vasküler proliferasyon ya da traktsiyonal retina dekolmanı varlığında ise cerrahi müdahale gerekebilir.
- Fokal Lazer Terapisi diyabetik maküler ödem tedavisinde spesifik lezyonları hedef alır. Ancak foveaya yakın ya da foveayı içeren lezyonlarda lazer tedavisi merkezi görmeyi tehlikeye atabilir. Benzer şekilde retina kalınlığı 400 µm’yi aşan durumlarda lazer tedavisi etkisiz olabilir ve ödemi kötüleştirebilir. Bu tür vakalarda anti-VEGF enjeksiyonları gibi alternatif tedaviler tercih edilmelidir. İskemik makulopati varlığında ise focal lazer kapiller perfüzyon kaybını artırarak görme kaybını kötüleştirebilir.
Diabetik Retinopatinin İyileşme Süreci Nasıldır?
Diabetik retinopati tedavisi sonrasında iyileşme süreci hem görmeyi korumak hem de tedavi etkinliğini optimize etmek için dikkatle takip edilmesi gereken bir süreçtir. Bu süreçte hastalar tedavi sonrası belirtiler görsel rehabilitasyon, düzenli takipler ve yaşam tarzı değişiklikleri ile ilgili bilinçlendirilmelidir.
Panretinal Fotokoagülasyon (PRP) ve Fokal Lazer Tedavisi sonrasında, hafif rahatsızlık, ışığa duyarlılık ve bulanık görme gibi geçici semptomlar oluşabilir. Bu belirtiler genellikle birkaç gün içinde düzelir. Bu dönemde hastalara göz doktorlarının önerdiği anti-inflamatuar ve antibiyotik göz damlalarını düzenli kullanmaları parlak ışıklardan kaçınmaları ve ağır fiziksel aktivitelerden uzak durmaları tavsiye edilir.
Bazı hastalar tedavi sonrası gece görüşü kaybı veya periferik görme alanında azalma gibi değişiklikler fark edebilir. Özellikle PRP periferik retina dokusuna odaklandığı için bu değişiklikler beklenebilir. Görsel rehabilitasyon programları hastaların bu değişikliklere uyum sağlamalarına ve mevcut görme potansiyelini en iyi şekilde kullanmalarına yardımcı olabilir.
Tedavi sonrası düzenli takip randevuları büyük önem taşır. Bu ziyaretler sırasında doktorlar potansiyel komplikasyonları, örneğin makula ödemi veya anormal damar oluşumlarını değerlendirir. Gerektiğinde ek lazer tedavileri veya intravitreal enjeksiyonlar planlanabilir.
Tedavi sonrası olası komplikasyonların erken tespiti görme kaybını önlemek açısından kritik öneme sahiptir. PRP’nin gece görüşü ve periferik görme üzerindeki etkileri Fokal Lazer Tedavisi’nde ise merkezi skarlaşmalar izlenmelidir.
İyileşme sürecinin başarısı, sıkı glisemik kontrol, kan basıncı ve kolesterol yönetimi gibi genel sağlık önlemlerine bağlıdır. Diyet düzenli egzersiz ve sigarayı bırakma gibi adımlar tedavinin etkinliğini artırır ve diabetik retinopatinin ilerlemesini yavaşlatır.
Diabetik Retinopati Nasıl Önlenir?
DR önlenebilir bir görme kaybı nedenidir ve etkili yönetim bireylerin yaşam kalitesini korumada kritik rol oynar. DR’yi önlemek için diyabetin ve ilişkili risk faktörlerinin titizlikle kontrol altına alınması gereklidir.
- Glisemik Kontrol: Kan şekeri seviyelerinin hedef aralıkta tutulması DR gelişme riskini önemli ölçüde azaltır. Amerikan Diyabet Derneği HbA1c seviyesinin %7’nin altında tutulmasını önerir. Kan şekeri takibi ilaç kullanımına uyum ve uygun diyet bu kontrolün temel taşlarıdır.
- Kan Basıncı Yönetimi: Hipertansiyon DR’nin önemli bir tetikleyicisidir. Kan basıncının ideal seviyelerde tutulması için düzenli ölçümler yapılmalı ve doktor tavsiyesiyle antihipertansif tedavi uygulanmalıdır. Genellikle hedef 140/80 mmHg’nın altında ek komplikasyonlar varsa 130/80 mmHg’nın altıdır.
- Lipit Kontrolü: Yüksek kolesterol seviyeleri retina damarlarını olumsuz etkileyebilir. Diyet düzenlemeleri egzersiz ve gerektiğinde statin kullanımı ile kolesterol kontrolü sağlanmalıdır.
- Düzenli Göz Muayeneleri: DR erken evrede genellikle belirti vermez. Bu nedenle diyabetli bireylerin yılda bir kapsamlı göz muayenesi yaptırmaları görme kaybını önlemek için hayati önemdedir.
- Sağlıklı Yaşam Tarzı: Dengeli beslenme düzenli fiziksel aktivite ve sigaradan kaçınma genel damar sağlığını iyileştirerek DR riskini düşürür.
- Hasta Eğitimi: Bilinçli bir hasta risk faktörlerini daha etkin yönetebilir. Kan şekeri tansiyon ve kolesterol kontrolünün önemi hakkında eğitim ve sürece aktif katılım teşvik edilmelidir. Bu yaklaşımlar DR’yi önlemede temel unsurlardır.