Göz Nedir ve Göz Anatomisi Nasıldır?

Göz, çevredeki ışığı algılayarak bunu beyinde yorumlanacak sinyallere dönüştüren ve görme duyusunu oluşturan karmaşık bir duyu organıdır. Göz anatomisi, temel olarak birbiriyle mükemmel bir uyum içinde çalışan katmanlar ve optik yapılardan oluşur. En dışta koruyucu bir kalkan görevi gören sert bir tabaka, ortada gözü besleyen damar ağı ve en iç katmanda ise ışığı algılayan sinir hücrelerinden oluşan ağ tabakası bulunur. Bu katmanların içinde, görüntüyü netleştiren doğal bir mercek ve gözün şeklini koruyan sıvılar yer alır. Her bir parça, net bir görüş sağlamak için hassas bir denge içinde çalışır.

Kornea Nedir ve Gözümüzü Nasıl Korur?

Gözümüzün en ön kısmında, adeta bir saat camı gibi duran saydam ve kubbeli tabakaya kornea diyoruz. Gözün renkli kısmı olan irisin ve göz bebeğinin önünü örten bu yapı aslında görme kalitemizi belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Dışarıdan gelen ışınlar ilk olarak korneadan geçer ve en güçlü kırılma burada gerçekleşir. Bu sayede ışık, gözün içindeki merceğe odaklanmak üzere hazırlanır. Gözün toplam kırma gücünün neredeyse üçte ikisini tek başına kornea sağlar.

Kornea’nın en büyüleyici özelliklerinden biri tamamen damarsız olmasıdır. İçinde kan damarları bulunmaz, bu da onun o kusursuz şeffaflığını korumasını sağlar. Peki damar yoksa nasıl beslenir? İhtiyaç duyduğu besinleri ve oksijeni, arkasındaki göz içi sıvısından ve ön yüzeyini kaplayan gözyaşı filminden alır. Bu damarsız yapı korneayı bağışıklık sistemi açısından da özel bir konuma sokar. Bu durum kornea nakillerinin vücut tarafından reddedilme riskini azaltarak başarı oranını artıran önemli bir faktördür.

Damarsız olmasına karşın, vücudumuzun en yoğun sinir ağına sahip dokularından biridir. Bu sayede en ufak bir toz zerresine karşı bile son derece hassastır ve gözümüzü kırparak korumamızı sağlayan refleksleri anında tetikler. Korneaya gelen en ufak bir çizik veya hasarın neden bu kadar şiddetli bir ağrıya yol açtığının sebebi de işte bu zengin sinir ağıdır.

Kornea, her biri farklı bir görevi yerine getiren katmanlardan oluşur. Başlıca katmanları şunlardır:

  • Epitel
  • Bowman Tabakası
  • Stroma
  • Descemet Membranı
  • Endotel

En dıştaki Epitel tabakası, gözün ilk savunma hattıdır. Tıpkı derimiz gibi kendini sürekli yenileyebilme yeteneğine sahiptir. Gözü enfeksiyonlara, toza ve küçük travmalara karşı korur. Pürüzsüz yüzeyi, ışığın düzgün kırılması için kritik öneme sahiptir. Bu tabakadaki yüzeysel çizikler genellikle birkaç gün içinde iz bırakmadan tamamen iyileşir.

Epitelin hemen altındaki Bowman Tabakası, korneaya yapısal dayanıklılığını veren çok sağlam bir katmandır. Ancak bu tabakanın kendini yenileme özelliği yoktur. Dolayısıyla bu seviyeye ulaşan derin yaralanmalar kalıcı bir iz veya leke bırakabilir.

Korneanın en kalın tabakası olan Stroma, tüm kalınlığın yaklaşık %90’ını oluşturur. Korneanın saydamlığının sırrı, bu tabakadaki kolajen liflerinin inanılmaz derecede düzenli ve birbirine paralel diziliminde yatar. Bu mükemmel düzen, ışığın dağılmadan ve net bir şekilde geçmesini sağlar. Lazerle göz çizdirme olarak bilinen (LASIK, PRK gibi) ameliyatlar, gözdeki kırma kusurunu düzeltmek için bu tabakayı yeniden şekillendirir.

Descemet Membranı, stroma ile en içteki endotel tabakası arasında yer alan, güçlü ve elastik bir zardır.

Korneanın en içteki ve belki de en hayati katmanı ise Endotel’dir. Tek bir hücre sırasından oluşan bu tabaka, adeta bir pompa gibi çalışır. Görevi, stroma tabakasına sızan fazla sıvıyı sürekli olarak dışarı pompalamak ve korneanın ideal “kurulukta” kalmasını sağlamaktır. Bu sayede kornea saydamlığını korur. Endotel hücrelerinin sayısı doğuştan bellidir ve kendilerini yenileme yetenekleri neredeyse hiç yoktur. Bu hücreler hasar gördüğünde veya sayıları kritik seviyenin altına düştüğünde, kornea su toplayarak bulanıklaşır ve görme ciddi şekilde azalır.

Gözümüzün Beyaz Kısmı Sklera ve Konjonktiva Ne İşe Yarar?

Göz küresinin büyük bir bölümünü kaplayan beyaz, sert ve koruyucu dış katmana sklera denir. Bu dayanıklı yapı göz küresine sağlamlığını verir, onu dış darbelere karşı bir zırh gibi korur ve gözü hareket ettiren kasların yapışma noktasıdır. Sklera, korneanın bittiği yerden başlayarak gözün arkasındaki görme sinirine kadar tüm göz küresini bir kılıf gibi sarar.

Skleranın ön yüzeyini ve göz kapaklarının içini döşeyen ince, şeffaf zara ise konjonktiva adı verilir. İçerdiği küçük kan damarları sayesinde gözün ön kısmının beslenmesine yardımcı olur. Aynı zamanda, salgıladığı özel bir mukus salgısı ile gözyaşının göz yüzeyine eşit ve pürüzsüz bir şekilde yayılmasını sağlar. Konjonktiva, gözü enfeksiyonlara karşı koruyan önemli bağışıklık dokuları da içerir. Halk arasında “göz iltihabı” olarak bilinen konjonktivit, bu zarın iltihaplanmasıdır ve nedenine göre farklılık gösterir. Konjonktivit tipleri şunlardır:

  • Viral Konjonktivit
  • Bakteriyel Konjonktivit
  • Alerjik Konjonktivit

Viral konjonktivit genellikle sulu akıntı ve grip benzeri bir enfeksiyonla birlikte görülür, oldukça bulaşıcıdır. Bakteriyel konjonktivit ise daha çok sarı-yeşil renkli, çapaklanmaya neden olan bir akıntıyla kendini belli eder. Alerjik konjonktivit ise bulaşıcı değildir ve en belirgin özelliği yoğun kaşıntıdır.

Göz Tansiyonu (Glokom) Hastalığının Sebepleri Nelerdir?

Gözün içindeki basıncın sağlıklı seviyelerde kalması, özellikle görme sinirinin sağlığı için hayati önem taşır. Bu basınç, göz içindeki aköz hümör adı verilen bir sıvının üretimi ve boşaltılması arasındaki hassas bir dengeyle ayarlanır. Bu denge bozulduğunda göz tansiyonu, yani glokom ortaya çıkar.

İrisin hemen arkasında bulunan siliyer cisim adlı yapı bu berrak sıvıyı sürekli olarak üretir. Sıvı, gözün arka odasından göz bebeğinden geçerek ön odaya (kornea ile iris arasındaki boşluk) ulaşır. Burada kornea ve lens gibi damarsız dokuları besledikten sonra görevini tamamlar. Daha sonra, kornea ile irisin birleştiği köşede yer alan trabeküler ağ adı verilen süngerimsi bir kanallar sisteminden süzülerek gözü terk eder ve kan dolaşımına katılır.

Glokom, işte bu boşaltım sistemindeki bir sorundan kaynaklanır. Genellikle, sıvının üretimi normal seyrinde devam ederken, dışarı akış yollarında bir tıkanıklık veya direnç oluşur. Tıpkı lavabonun süzgecinin tıkanması gibi, sıvı göz içinde birikmeye başlar ve bu da göz içi basıncını yavaş yavaş yükseltir.

Glokomun en sık görülen tipi olan Açık Açılı Glokom’da boşaltım kanalları yapısal olarak açık görünse de zamanla işlevini yitirir ve direnç artar. Bu süreç genellikle ağrısız ve belirtisiz ilerler. Yükselen basınç, gözün en hassas kısmı olan optik sinire baskı yaparak sinir liflerinin zamanla ve geri dönüşümsüz bir şekilde ölmesine neden olur. Bu nedenle glokoma “sessiz körlük” de denir ve düzenli göz muayenesi erken teşhis için tek yoldur.

Daha nadir görülen Kapalı Açılı Glokom’da ise, gözün ön odasındaki açı dardır ve iris, boşaltım kanallarını aniden tıkayabilir. Bu durum göz içi basıncının çok kısa sürede aşırı seviyelere fırladığı ve acil müdahale gerektiren bir krizle sonuçlanabilir. Bu krizin belirtileri oldukça şiddetlidir. Glokom krizi belirtileri şunları içerebilir:

  • Şiddetli göz ağrısı
  • Baş ağrısı
  • Bulanık görme
  • Işıklar etrafında hareler
  • Mide bulantısı ve kusma

Glokom tedavisindeki temel amaç görme sinirinin daha fazla hasar görmesini engellemek için göz içi basıncını düşürmektir. Bu ya göz içi sıvısının üretimini azaltan ya da sıvının dışarı akışını kolaylaştıran göz damlaları ile sağlanır. İlaçların yetersiz kaldığı durumlarda ise lazer tedavileri veya cerrahi yöntemlerle sıvının boşalması için yeni yollar oluşturulur.

Gözümüzdeki Doğal Mercek Yakın ve Uzağa Odaklanmayı Nasıl Başarır?

Gözümüzün içinde, renkli kısmın hemen arkasında, kristal lens adını verdiğimiz saydam ve esnek bir doğal mercek bulunur. Bu merceğin görevi, korneada kırıldıktan sonra gelen ışınlara son ayarı yaparak görüntünün retina üzerindeki görme noktasına düşmesini sağlamaktır.

Lensin en şaşırtıcı özelliği, şeklini değiştirerek odak gücünü artırıp azaltabilmesidir. Bu olaya akomodasyon (uyum) denir. Lens, zonül adı verilen incecik liflerle, onu çevreleyen siliyer kasa bağlıdır. Bu kas ve lifler bir uyum içinde çalışarak odaklanmayı sağlar.

Uzağa baktığımızda gözümüz rahat bir pozisyondadır. Siliyer kas gevşer, bu da zonül liflerinin gerilmesine neden olur. Gergin lifler, lensi kenarlarından çekerek inceltir ve yassı bir hale getirir. Bu lensin en düşük kırma gücüne sahip olduğu durumdur ve uzaktaki nesneleri net görmemizi sağlar.

Yakındaki bir nesneye, örneğin bir kitaba veya telefona odaklandığımızda ise siliyer kas kasılır. Bu kasılma, zonül lifleri üzerindeki gerginliği ortadan kaldırır. Baskıdan kurtulan elastik lens, kendi doğal yapısı sayesinde daha şişkin ve kavisli bir hal alır. Bu da kırma gücünü artırarak yakındaki nesnelerin net bir şekilde odaklanmasını sağlar.

Yaşlandıkça Neden Yakın Gözlüğüne İhtiyaç Duyarız?

Genellikle 40-45 yaş civarında başlayan ve yakın mesafedeki nesneleri görmekte zorlanma durumu olan Presbiyopi, bir hastalık değil yaşlanma sürecinin doğal bir parçasıdır. Zamanla, gözümüzün içindeki doğal lensimiz esnekliğini yavaş yavaş kaybeder ve sertleşir. Siliyer kasımız ne kadar güçlü kasılırsa kasılsın, sertleşen lens artık eskisi gibi kolayca şişkinleşemez. Bu nedenle yakın odaklama için gerekli olan ekstra kırma gücünü sağlayamaz hale gelir.

Sonuç olarak yakındaki yazılar, telefon ekranı gibi nesneler bulanık görünmeye başlar. İnsanlar, daha net görebilmek için okudukları şeyi kendilerinden uzaklaştırma ihtiyacı hissederler. Bu durum basit bir yakın gözlüğü kullanılarak kolayca düzeltilebilir.

Katarakt Nedir ve Belirtileri Nelerdir?

Katarakt, gözümüzün içindeki doğal ve saydam lensin zamanla bulanıklaşması ve opaklaşmasıdır. Tıpkı temiz bir camın zamanla buğulanması gibi, saydamlığını yitiren lens ışığın retinaya net bir şekilde ulaşmasını engeller. Bu durum görmenin giderek azalmasına, renklerin soluklaşmasına ve yaşam kalitesinin düşmesine neden olur.

Kataraktın en yaygın nedeni yaşlanmadır. Ancak yıllar boyunca maruz kalınan ultraviyole ışınları, sigara kullanımı, diyabet gibi sistemik hastalıklar ve bazı ilaçların (özellikle kortizon) uzun süreli kullanımı bu süreci hızlandırabilir. Katarakt yavaş yavaş gelişir ve genellikle ağrıya neden olmaz. Başlıca katarakt belirtileri şunlardır:

  • Görmede yavaş yavaş azalma
  • Bulanık veya sisli görme
  • Renklerin soluklaşması veya sararması
  • Işığa karşı artan hassasiyet (kamaşma)
  • Geceleri araba farlarından rahatsız olma
  • Tek gözle çift görme
  • Gözlük numaralarının sık değişmesi

Kataraktın ilaçla veya gözlükle tedavisi yoktur; tek çözüm yolu cerrahidir. Günümüzde en modern yöntem olan Fakoemülsifikasyon (FAKO) tekniği ile, göz içinde ultrasonik ses dalgaları kullanılarak bulanıklaşan lens eritilir ve küçük bir kesiden dışarı emilir. Doğal lensin boşalttığı kapsülün içine, ömür boyu gözde kalacak olan yapay bir göz içi merceği (IOL) yerleştirilir. Bu yapay mercekler sayesinde sadece katarakt ortadan kaldırılmaz, aynı zamanda hastanın miyopi, hipermetropi ve astigmatizma gibi kırma kusurları da düzeltilebilir. Akıllı mercekler olarak bilinen çok odaklı veya EDOF (artırılmış odak derinliği) mercekleri sayesinde ise hastalar ameliyat sonrası hem uzağı hem de yakını gözlüksüz görebilme imkanına kavuşabilirler.

Göz Önünde Uçuşan Cisimler ve Işık Çakmaları Tehlikeli midir?

Göz küresinin arka boşluğunu dolduran, yumurta akı kıvamındaki şeffaf ve jel benzeri yapıya vitreus diyoruz. Vitreus, göz küresine şeklini verir ve retina tabakasını yerinde tutmaya yardımcı olur. Yaşla birlikte vitreusun yapısı değişir; jelimsi kıvamı bozulur, sıvılaşır ve içindeki lifler kümeleşir. İşte bu kümelenmiş liflerin gölgesi retina üzerine düştüğünde, kişi bunları uçuşan cisimler (sinekler, iplikçikler, noktalar) olarak algılar.

Vitreus jeli yaşla birlikte büzüştükçe, normalde yapışık olduğu retina yüzeyinden ayrılmaya başlar. Bu doğal sürece arka vitreus dekolmanı (AVD) denir. Bu ayrılma sırasında vitreus, retinayı mekanik olarak çekiştirir. Bu çekiştirme, retinanın ışık varmış gibi algılamasına ve hastanın anlık ışık çakmaları veya şimşekler görmesine neden olur.

Arka vitreus dekolmanı çoğunlukla zararsız ve doğal bir süreç olsa da hastaların yaklaşık %10-15’inde vitreus retinadan ayrılırken retinayı da beraberinde çekerek bir retina yırtığı oluşturabilir. Bu yırtıktan içeri vitreus sıvısı sızarsa, retina dekolmanı (retinanın yerinden ayrılması) gelişebilir. Bu görmeyi kalıcı olarak tehdit eden ve acil cerrahi müdahale gerektiren bir durumdur. Bu nedenle bazı belirtilere karşı dikkatli olmak hayati önem taşır. Acil bir durumun habercisi olabilecek belirtiler şunlardır:

  • Ani ve yoğun ışık çakmaları
  • Kurum yağması gibi çok sayıda siyah nokta
  • Görüş alanında beliren perde veya gölge
  • Ani görme kaybı

Bu belirtilerden herhangi biri fark edildiğinde, derhal bir göz doktoruna başvurulmalıdır. Erken teşhis ve müdahale, görmenin korunması açısından kritik öneme sahiptir.

Sarı Nokta Hastalığı ve Diyabetin Göze Etkileri Nelerdir?

Retina, göz küresinin iç yüzeyini kaplayan, ışığa duyarlı sinir hücrelerinden oluşmuş ince bir ağ tabakasıdır. Görmenin gerçekleştiği yer burasıdır. Vücudun en yüksek metabolizma hızına sahip dokularından biri olduğu için kan damarları açısından çok zengindir ve bu nedenle bazı sistemik hastalıklardan kolayca etkilenir.

Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu (Sarı Nokta Hastalığı), ileri yaşlarda en sık görülen kalıcı merkezi görme kaybı nedenlerinden biridir. Retinanın keskin, detaylı ve renkli görmeden sorumlu olan merkezi bölgesi makulayı (sarı nokta) etkiler. İki ana tipi vardır:

  • Kuru Tip (Atrofik)
  • Yaş Tip (Neovasküler)

Kuru tip, daha yavaş ilerler. Makula altında metabolik atıklar birikir ve zamanla sinir hücrelerinin ölümüne yol açarak merkezi görmeyi yavaş yavaş azaltır. Yaş tip ise daha hızlı ilerler ve daha ciddi görme kaybına neden olur. Retina altında anormal ve dayanıksız yeni damarlar oluşur. Bu damarlar kanamaya ve sıvı sızdırmaya eğilimlidir, bu da merkezi görmede ani ve ciddi kayıplara, cisimleri eğri veya kırık görmeye yol açar. Günümüzde yaş tip sarı nokta hastalığının tedavisinde, anormal damar oluşumunu engelleyen göz içi enjeksiyonları (anti-VEGF tedavisi) oldukça başarılı sonuçlar vermektedir.

Diyabetik Retinopati, şeker hastalığının (diyabet) retinadaki küçük kan damarlarına zarar vermesi sonucu ortaya çıkan ciddi bir göz hastalığıdır. Yüksek kan şekeri seviyeleri, bu damarların duvarlarını zayıflatarak sıvı ve kan sızdırmalarına neden olur. Bu sızıntılar makulada birikirse diyabetik maküla ödemi oluşur ve görmeyi bulanıklaştırır. Hastalığın ileri evrelerinde ise kanlanması bozulan retina, kendini kurtarmak için yeni ve anormal damarlar üretmeye başlar. Bu damarlar çok kırılgandır ve kolayca kanayarak göz içinde kanamalara veya retinada çekintilere yol açarak retina dekolmanına neden olabilirler. Diyabet hastalarının görmelerini korumak için kan şekeri kontrolü ve düzenli göz dibi muayenesi hayati önem taşır. Tedavide lazer ve göz içi enjeksiyonları gibi yöntemler kullanılır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir